Peygamber Efendimiz Medine’ye Ne Zaman Ulaştı

Peygamber Efendimiz Medine’ye Ne Zaman Ulaştı

Peygamber Efendimiz’in yola çıktığını haber alan Medinelilerde heyecan zirvedeydi. O mübarek yolcunun yolunu hasretle gözlüyorlardı. O nurlu kafileyi karşılamak, o ebedi saadet kervanının kereminden bir kırıntı kapabilmek için şehrin dışına kadar çıkıp iştiyakla bekleşiyorlardı.

Beklenen Mübarek Yolcu Geliyor

Nihayet nübüvvetin on dördüncü senesi 12 Rebiulevvel pazartesi günü bir ses bütün müslümanların sinelerinde sevinçle yankılandı:

“Beklenen mübarek yolcu geliyor!..”

Bu müjdeli haberle tekbir sesleri bütün Medine’yi çınlatmaya başladı.

Müslümanlar silahlandılar. Kimi atlı, kimi piyade mukaddes misafiri karşılamaya koştular.

Beklenen mübarek kafile, ilahi himaye ve sıyanet altında Medine yakınlarındaki Kuba’ya ulaştığında, ortalık kaynamış, cihan bir cümbüşe dönmüştü.

Tepelerden “Talea’l-bedru aleyna”nın yakıcı nağmeleri, dalga dalga semayı örüyor, gönülleri coşturuyordu. Tarih, o andan itibaren kıyamete kadar meydana gelecek vukuatı fihristleyecek bir “hicret takvimi” başlatıyordu.

Karşılamaya gelen müslümanların çoğu, kainatın varlık sebebi, alemlerin Efendisi, Hazret-i Muhammed Mustafa’yı daha önce görmedikleri için tanımıyorlardı. Bir müddet Hazret-i Ebu Bekir Sıddik -radıyallahu anh-’ı Peygamber Efendimiz zannettiler.

Peygamber Efendimiz sükut halindeydi. Üzerine güneş gelince, Hazret-i Ebu Bekir -radıyallahu anh- hemen kalkıp O’nu ridasıyla gölgelemeye başladı. Müslümanlar ancak o zaman Varlık Nuru’nu tanıyabildiler.

Medine, bu günden sonra, İslamiyet’in inkişaf ve terakki mekanı ve aynası oldu. Küfrün karanlık yüzü, bu hicretle soldu. Mescid-i Saadet ve Mescid-i Kuba, ulvi bir mana kazanıp mahşere kadar bu mübarek hicretin kudsi mekanı ve hatırası olarak kaldı.

Ensar, Muhacirlere mal ve mülklerini arz ederek:

“İşte malım! Al, yarısı senin!..” dedi. Fedakarlık ve feragatte kabına varılmaz bir İslam kardeşliğinin temeli böylece atılmış oldu. Medine, İslam tarihindeki ölmez mevkiine ve zail olmaz itibarına mazhar oldu. Medine’de ezanlar, Ramazanlar, bayramlar, zekatlar, muharebeler ayrı bir tecelli ve ayrı bir ulviyyetle ümmete numune ve emsal oldu.

Hastaları ziyaret eder, davetlere katılırdı

Varlık Nuru Kuba’da bulunduğu esnada Amr bin Avf Oğulları’ndan Külsum bin Hidm’in evinde misafir kaldı. Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- buradan çıkarak Sa’d bin Hayseme’nin evine gider, orada müslümanlarla oturur, sohbet ederdi.

Sa’d bin Hayseme -radıyallahu anh- bekar olduğundan, Muhacirlerin bekarları onun evinde kalırlardı. Bu sebeple Sa’d -radıyallahu anh-’ın evine “Menzilü’l-Uzzab: Bekarlar Evi” denirdi. (İbn-i Hişam, II, 110; İbn-i Sa’d, I, 233)

Peygamberimiz Kuba’da kaldığı günlerde cenaze teşyiinde bulunur, hastaları ziyaret eder, davetlere katılırdı.

Ebu Said el-Hudri -radıyallahu anh- ashabın hassasiyetini gösteren, o günlere ait bir hatırayı şöyle nakleder:

“Peygamber Efendimiz Medine’ye yeni geldiği sıralarda bizden biri ölüm döşeğinde iken, varıp kendisine haber verirdik. O da gelir hastanın başında durur, istiğfarda bulunurdu. Ölünce de yanındakilerle beraber geri dönerdi. Bazen de cenaze gömülünceye kadar beklerdi.

Kendisine zahmet vermekten endişe duyarak aramızda şöyle konuştuk:

“-Hastamız ölünceye kadar Allah Rasulü’ne bir şey söylemeyelim. Vefat edince kendisine söyleriz. Böylece O, ne yorulur ne de zaman kaybeder.”

Böyle yapmaya başladık. Hastamız ölünce kendisine gider haber verirdik. O da gelir namazını kılar, istiğfarda bulunur, geri dönerdi. Bazen de cenaze gömülünceye kadar beklerdi.

Bir süre de bu şekilde yaptık. Daha sonra:

“-Vallahi böyle de yapmayalım. Bu da Rasulullah’ı yoruyor. Cenazemiz olduğunda onu Peygamber Efendimiz’in evinin kapısına götürelim, orada namaz kıldırsın. Bu, O’nun için daha kolay olur.” dedik ve öyle yaptık.

Hadisin ravisi Muhammed bin Ömer diyor ki:

“Bu sebepten oraya cenaze namazının kılındığı yer manasında musalla dendi. Cenazeler hep oraya götürülüyordu. Allah Rasulü’nün vefatından sonra da aynı usul devam etti.” (İbn-i Sa’d, I, 257, Hakim, I, 519/1349)

Peygamberimiz Kuba’da iken, Hazret-i Ali -kerremallahu vecheh- de, kendisine verdiği emanetleri yerine teslim etmiş olarak onlara yetişti.

Ashab-ı kiramın Peygamberimize ve O’nun aziz hatıralarına karşı besledikleri muhabbetin coşkusunu ve büyüklüğünü gösteren pek çok rivayet mevcuttur. Nitekim ashabdan Bera bin azib -radıyallahu anh-, babasının her fırsatta, Peygamberimize ait bir hatırayı dinleyebilme arzusunu şöyle anlatır:

“Ebu Bekir Sıddık -radıyallahu anh-, babamdan on üç dirheme bir semer satın aldı ve:

–”Bera’ya söyle de onu bizim eve götürüversin.” dedi.

Babam:

–”Hayır! Bana Rasulullah’ın Mekke’den Medine’ye nasıl hicret ettiğini anlatıncaya kadar olmaz.” dedi.

Bunun üzerine Ebu Bekir -radıyallahu anh- hicret yolculuğunu uzun uzun anlattı.” (Buhari, Ashabu’n-Nebi, 2; Ahmed, I, 2)

KAYNAK: Osman Nuri TOPBAŞ

Yorum gönder